Umut Keçer, Umut Yazıları

Belediyelerin gaspı neyin hazırlığı ? – Umut Keçer

AKP-MHP iktidarı Kürdistan’da ve Türkiye’de kaybettiği belediyelere el koyma siyasetine yönelmiş bulunuyor. Burada yürütülen siyasetin ana ekseni yüksek halk desteğiyle elde edilmiş belediyeleri merkezi devletin olanaklarını kullanarak ele geçirmek ve bu sayede burada bulunan halk iradesini kırmaktır.

Hakkari, Esenyurt, Batman, Halfeti, Dersim ve Ovacık belediyelerine ardı ardına iktidar tarafından el koyuldu. Aynı zamanda el koyma uygulamalarının devam edeceğine dair iktidar bloğunun sözcülerinin beyanları bulunmaktadır.

Yine AKP-MHP iktidarına yakın köşe yazarları bu konuda muhalif belediyelere el koyma uygulamalarına devam edileceğinin toplumsal meşruiyeti yaratma çabasına girmiş bulunuyorlar.

Öncelikle ne olursa olsun iktidarın faşist el koyma siyaseti karşısında halkın devrimci sokak direnişi önemli bir yerde durmaktadır. Faşist rejim belediyelere el koyarken bunu güle oynaya yapamamalı halkın güçlü muhalefetiyle karşılaşması hatta Van’da yerel seçimlerde olduğu gibi halk muhalefeti karşısında geriletilmesi önemli bir dinamizm yaratmaktadır. Faşist iktidarın saldırıları karşısında halkın seçilmiş belediye iradesine sahip çıkması halkın muhalefetine güç katmakta ve dinamizm yaratmaktadır.

Belediyelere el koyma karşısında tepkisiz kalmak ya da bir şekilde bu durumu kabullenmek esasen faşist rejimin istediği noktayı kabul etmek anlamına gelecektir. Faşist rejim kendisinin kurallarını belirlediği seçimlerle kaybettiği yerleri yine kendi yasalarını hiçe sayarak işgal etmektedir. Bu yönüyle faşist rejimin baskıcı ve anti demokratik yüzü daha güçlü bir şekilde teşhir olmuş durumdadır.

Burada yürütülen faşist politika esasen büyük bir cephe gerisi tahkimatıdır. Faşist iktidar Kürt halkına dönük yürüttüğü savaşın boyunu önümüzdeki dönem için tırmandırmak istemektedir. Rojava’da, Medya Savunma Alanları’nda işgal politikalarını daha da derinleştirecektir. Kürt halkına ve onunla omuz omuza duran Türkiye’li devrimcilere dönük baskı ve zulüm politikasını daha da derinleştirecektir.

AKP-MHP iktidarı, içinde bulunan üçüncü dünya savaşı konjonktürünü görmekte ve ona göre pozisyon almaktadır. Bütün hazırlığı ülke içerisinde dikensiz gül bahçesi yaratmak ve dışarıda yayılması şovenist politikalarını ülke siyasetini yedeklemektir.

Dış politikada dostları artırıp düşmanı azaltmalıyız diyen faşist iktidar esasen düşman olarak hedef tahtasına Kürt özgürlük mücadelesini ve onunla yan yana olan Türkiye’li devrimcileri koymaktadır.

Bu anlamda muhalefeti de “yerli ve milli” eksene çekerek dizayn etmek istemektedir. Bu yönüyle kendi dış politikasına yedeklenmiş bir muhalefet yaratmak için çabalamaktadırlar. Muhalefet olabilir ama dış politika da iktidara yedeklenmeli ve devletin bekası meselesinde doğrudan iktidarın politikalarına yedeklenmelidir.

Bu saldırılar aynı zamanda CHP’yi de bir tercih yapması konusunda netleştirmeyi hedeflemektedir. Kürt özgürlük mücadelesinin elinde bulunan belediyelere dönük el koyma saldırısı aynı zamanda CHP’li belediyelere de uzanacaktır. Bu politika CHP’yi geleneksel devlet siyaseti ile politika yapma ajandasına geri dönmeye itecektir. Aksi taktirde faşist rejim Ankara ve İstanbul belediyeleri başta olmak üzere CHP’nin elinde bulunan diğer belediyelere de el koyabilecektir.

Son olarak MİT başkanının CHP Genel Merkezine gidip birifing vermesini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. İktidar CHP’yi açıktan tehdit etmektedir. CHP’ye terör örgütleriyle yan yana durursan seni de sanık sandalyesine oturturuz demektedir.

Bu saldırılar karşısında tek meşru mücadele alanı sokak ve halkın öz örgütlülüğüne güvenmek olacaktır. Doğru değerlendirilirse bu durum aynı zamanda geniş halk kitlelerini sistemden kopuşunu hızlandıracak bir süreç olarak da değerlendirilebilir.

İşçiler, emekçiler, Kürtler ve Kadınlar faşist iktidarın baskı ve saldırılarını yoğun bir şekilde hissetmektedir. Bu baskılar beraberinde işçi direnişlerinin yasaklanması, Kürt halkının belediyelerine el koyulması, Kadınlara sokakların yasaklanması şeklinde kendini net bir şekilde ifade etmektedir. Son olarak ‘Jin Jiyan Azadi’ sloganı gerekçe gösterilerek 25 Kasım kadın eylemlerinin yasaklanması yine iktidarın bu politikasının ifadesidir.

Yapılması gereken birbirinden bağımsız gelişen direniş dinamiklerin ortak bir mücadele hattında buluşmasıdır. Burada özellikle düzen siyasetine yedeklenmeyen bir hat esas olmalıdır.

Faşizme karşı bir araya gelecek güçler ortak bir mücadele hattında birleşmelidir. Faşist iktidarın en büyük korkusu esasen bu buluşmanın gerçekleşmesidir. Türkiye’li ve Kürdistan’lı devrimcilerin ortak mücadelesi bu yönüyle faşist rejimin en büyük korkusu olmuştur.

Devrimci siyaset ise ne olursa olsun düzen siyasetinden bağımsız bir zeminde durmakta ve örgütsel yapısını tahkim etme konusunda ısrarcı olmalıdır. Faşist iktidarın yasakları ve baskıları karşısında geniş halk kitlelerinde büyük bir hoşnutsuzluk kendisini güçlü bir şekilde ifade etmektedir. Ekonomik kriz derinleşirken içinde bulunduğumuz üçüncü dünya savaşı konjonktürü faşist iktidarın baskıcı politikalarını daha da derinleştirmesine dönüşecektir.

Erdoğan iktidarı bir süre sonra ülke içerisindeki uygulamalarıyla 2. Dünya savaşı öncesinde Hitler Almanya’sını aratmayacak pratikler yapabilecektir. Ne olursa olsun bu koşullar içerisinde faşizme boyun eğmeyen ve düzen siyasetinden uzak duran bir devrimcilikte ısrar tarihsel bir önem kazanmaktadır.

Devrimci siyasetin bu gün için üzerine basacağı zemin politik olarak düzen siyasetin ayrı olarak devrimcilikte ısrar etmek ve bu çizgiyi derinleştirmek olmalıdır. Dünya savaşı konjonktürleri karşı devrimci güçlerin ajandalarını işlettiği gibi aynı zamanda işçi sınıfı ve ezilenler açısından da tarihsel fırsatlar sunabilecektir. Birinci ve ikinci dünya savaşı sonrası yaşanan gelişmeler bu durumun ispatıdır.

Paylaşın