Türkiye ve Kürdistan halkları iradelerini teslim ettikleri belediye başkanlarının tutuklanmasına, belediyelerin gaspına tanık oldukları bir haftayı geride bırakıyor. Faşist iktidar meşruiyetini dayandırdığı seçimlerle elde edemediği belediyeleri gayrimeşru kararlarla gasp ediyor. Esenyurt, Mêrdîn, Êlih (Batman) ve Xelfetî belediyelerine bir sokak çetesi gibi çöken AKP-MHP faşist iktidarı, bu saldırı karşısında direnişe geçen halka da aynı çete pratiğiyle polis-jandarma gücüyle saldırıyor. Şu ana kadar İstanbul’dan Mêrdîn’e yüzlerce kişi gözaltına alındı, onlarca kişi ise tutuklandı.
Türkiye ve Kürdistan halkının iradesine yönelik bu saldırılar faşist iktidarın öyle bir günde aldığı kararlar değildir. Temelinde çöktürme planının taktik evreleri vardır. Bir taraftan Kürt halk önderi Abdullah Öcalan için yapılan çağrı zemini varken, diğer taraftan da Kürdistan’ın her parçasına yönelik işgal saldırıları yürütülmektedir. Bir tarafta TBMM’yi işaret ederek çözüm konuşalım derken, çözümün TBMM’de, siyasi zemindeki sesini yükselten CHP-DEM’i marjinalize etme, CHP’yi kendi içinde bir çıkmaza, DEM’i ise kapatmaya yönelik hazırlıklar eş başkanların konuşmaları cımbızlanarak ve belediye gasplarıyla yaratılmaktadır.
Kürt halkıyla aynı anda hem savaş hem de barış olmaz.
Faşist Erdoğan iktidarı artık çok daha açık görünüyor ki yeni bir sürecin hazırlığını topyekûn savaş hedefiyle yapıyor. Bunu yaparken de özel savaşın en ince taktikleri ile karşısındaki güçleri ele alıyor ve egale etmeye çalışıyor. Faşist Erdoğan, 25 yılı bulan iktidarı boyunca yapmam dediği her şeyi yapan, kurmam dediği tüm ilişkileri kuran siyasi esneklik ve kurnazlıkta tüm devlet imkanları ile özel savaşı yürütebilecek tekil bir güç haline gelmiş bulunuyor. Bu yönüyle çok kolaylıkla hem el uzatma hem de yumruk vurma ilişkisini kurabiliyor. Aslında yaptığı bir dövüş aldatmacası olan sağ gösterirken sol vurmak oluyor.
Faşist iktidarın çözüm siyaseti de işgal saldırıları da tek bir amacı; Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Kürt halkının ve siyasi temsilcilerinin, Kürt halkına dost, yoldaş olanların tasfiyesini hedefliyor. Bu sebepten önce bu özel savaş siyasetini teşhir etmek ve ona karşı toplumsal mücadeleyi birleştirip, büyütmek en acil görev olarak önümüzde duruyor.
AKP-MHP faşist ittifakının bir söylediğinin bir söylediğini tutmadığının bir gerçek olduğu, esasında devrimciler için çok yeni olmayan bir durum olsa da toplum içinde şaşırtıcı bir etki yaratıyor. İktidarın tutarsız açıklamaları ile toplumda yaratılan kafa karışıklığının sonucu daha geniş kitlelerin faşizme karşı mücadeleye, direnişe katılmamasında etkili oluyor. Burada rolünü oynaması gereken devrimci-sosyalistler iktidarın bu tutarsızlığını, hukuksuzluğunu, gayrimeşru siyasetini yeterince teşhir edemiyor. Bu da gelişen eylemlerin daha dar çevrelerle sınırlı kalmasına neden oluyor.
Özellikle son bir haftada Kürdistan halkı ve gençleri gece-gündüz direniş halindedir. Hem halaylarla hem de taşlarla örgütlenen direniş faşist polis kuşatmasını yarmada, yıpratmada etkilidir. Ancak hak gasplarının geri çekilebilmesi için daha büyük direniş eylemlerine ihtiyaç olduğu da ortadadır. Bu da sadece Kürdistan halklarının katıldığı direniş alanları ile başarıya ulaşabilmek için yeterli değildir.
Kuşkusuz Esenyurt belediyesinin gaspı da hem toplumsal muhalefet açısından hem de devrimci güçler açısından bir direniş alanına dönüştürüldü. Ancak direniş sadece Esenyurt belediyesinin sınırları ile tutulduğunda, Türkiye devrimci hareketi için sokaklara, meydanlara yayılan bir direniş zemini haline getirilmediği sürece, geceleri ve gündüzleri kesintisiz eylem içinde örgütlenemediği sürece, faşist iktidar saldırılarından vazgeçmeyecek, geri adım atmayacaktır. Yani Türkiye’li ve Kürdistan’lı bir devrimci mücadelenin pratik senkronuna ihtiyaç, dün olduğundan daha fazla vardır.
Geçtiğimiz yıllar içerisinde siyasi operasyonlarla, tutuklamalarla, devlet kuşatması ile gücü zayıflayan devrimci-sosyalistler tekil olarak olmasa da bir bütünken siyasal bir güçtür. Bugün bu bütünü faşizme karşı dövüşte örgütlemek, faşist iktidarın saldırı hamlelerine devrimci bir hamle olarak cevap üretecektir. İstanbul’dan Mêrdîn’e direniş köprüsü kurmak, direnişi her yerde büyütmek işçi sınıfı ve ezilen halklar için zaferi örgütleyecek tek yoldur.