Umut Keçer, Umut Yazıları

Tecrit varsa özgürlük yoktur – Umut Keçer

Tarih boyunca egemen sınıflar bir şekilde onların çizdiği sınırlarda siyaset yapmayan sınıflara ve onların temsilcilerine tutsaklığı bir baskı yöntemi olarak uygulamıştır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlere dönük olarak sürekli baskı uygulamıştır. Bu yönüyle birçok aydın, sanatçı ve politik isim Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek yüzünü uzun tutsaklık ve ağır tecrit koşullarında bizzat yaşamıştır.

12 Eylül zindanlarında devrimci iradeyi teslim almak için işkence ve tecrit bizzat askeri cunta tarafından sistematik bir silah olarak kullanılmıştır. Metris, Mamak ve Amed zindanları başta olmak üzere birçok hapishanede ağır işkenceler ve tecrit koşullarında tutsakların iradesi kırılmaya çalışılmıştır.

1990’lı yıllar boyunca da devlet adeta bir işkence yöntemi olarak tecritti devrimci tutsakların iradesini kırmak için sistematik bir yöntem olarak kullanmıştır. 2000’li yılların başında F Tipi cezaevleri direnişi de esasen bu tecrit politikasına karşı koymak için başlatılmıştır. Bu direnişte 122 devrimci ölümsüzleşirken yüzlerce devrimci de direniş sonrasında çeşitli hastalıklardan kaynaklı kalıcı hasarlarla birlikte yaşamaya devam etmektedir.

Bugün AKP-MHP iktidarı devrimci tutsaklara dönük olarak tecrit ve işkence siyasetini devam ettirmektedir. Ülkede ki sınıf mücadelesinin gelişim dinamiklerine göre de tecrit ve işkence politikalarının düzeyi daha da sertleşmektedir.

Türkiye ve Kürdistan hapishanelerinde bulunan binlerce devrimci, demokrat ve yurtsever tutsak, AKP-MHP faşist rejiminin savaş politikasının bir aracı olarak ağır işkence ve tecrit uygulamalarına maruz kalmaktadır. Faşist iktidar kendi hukuk sistemi tarafından verilen tutsaklık süreleri dolan tutsakları çeşitli bahanelerle serbest bırakmamaktadır. Onlara “iyi hal” adı altında pişmanlığı ve itirafçılığı dayatmaya çalışmaktadır.

Devrimci, demokrat ve yurtsever tutsaklara dönük görüş yasağı, zorla sevk ve koğuşlarda işkence şeklinde yöntemler uygulanarak devrimci iradeleri kırılmaya çalışılmaktadır.

Bütün bu işkence ve tecrit uygulamalarının en ağırı İmralı hapishanesinde Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanmaktadır. Emperyalist güçlerin ve Siyonist rejimin desteğiyle uluslararası bir komployla tutsak edilen Sayın Abdullah Öcalan 25 yıldır ağır tecrit ve işkence koşullarında tutulmaktadır.

Avukat ve aile görüşü başta olmak üzere her türlü evrensel insan hakkından mahrum bırakılmakta ve İmralı hapishanesinde özel bir rejim uygulanmaktadır. Bir insan ömrü düşünüldüğünde 25 yıl, çeyrek asır demektir. Bir insanı 24 saat bir yerde kimseyle görüşmeden tutarsak bir takım rahatsızlıklar dile getirecektir.

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan 25 yıldır en ağır şartlarda işkence ve tecrit altında yaşamaktadır. Bu koşullar altında çalışmakta ve politik görüşleriyle kamuoyuna değerlendirmeler yapmaktadır. Gelinen aşamada özellikle son 4 yıllık süreçte her türlü görüş hakkı engellenen Sayın Öcalan’ın üzerinde uygulanan tecrit ve işkence siyaseti, aslında Türkiye ve Kürdistan halklarının yaşadığı faşist rejimin somutlaşmış halidir.

Faşist iktidar genel olarak Türkiye ve Kürdistan coğrafyasını bir halklar hapishanesine çevirmiş bulunuyor. İşçiler , emekçiler, kadınlar ve gençler başta olmak üzere bütün ezilen kesimler faşizmin bu baskılarından nasibini almaktadır. Dolaysıyla Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağır tecrit koşulları esasen faşizmin genel uygulamalarından bağımsız değildir.

Son olarak 13 Ekim tarihinde Amed’de gerçekleştirilen Öcalan’a özgürlük mitinginin yasaklanması esasen böylesi bir konsepte, iktidarın tecrit siyasetindeki ısrarının ifadesidir.

Ortadoğu coğrafyasında önemli bir dönemden geçiyoruz. Filistin, Lübnan, Kürdistan ve Türkiye halkları açısından kritik gelişmelerin yaşanacağı bir dönem içerisine giriyoruz. Böylesi bir dönemde iktidarın her türlü saldırısı karşısında, tecrit ve işkence politikalarının karşısında durabilmek ayırt edici bir pratiği ifade etmektedir.

Kürt halkına dönük tecrit ve işkence politikaları dayatılırken aynı zamanda bütün ezilenler açısından baskı ve sömürü politikaları derinleştirilmektedir.

Faşizmin istediği de birbirinden bağımsız olarak gelişen direniş dinamiklerinin bir araya gelmemesi faşizme karşı ortak bir mücadele kotasında buluşmamasıdır. Fabrika’daki işçi direnişi ile, Karadeniz’den Ege’ye doğasına sahip çıkan halkla, katledilen kadınların direnişiyle Kürt halkının özgürlük mücadelesinin buluşması faşizmin en büyük korkusudur.

Amed ve Kürdistan halkının görkemli direnişi faşizmin bütün saldırıları karşısında Kürt halkının özgürlük iradesinin asla teslim olmadığının kanıtıdır. Aynı zamanda tecrit sorunun nasıl bir özgürlük sorunu olduğunun da ifadesidir.

Her türlü baskıya, işkenceye ve zulme karşı Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrite karşı sokağa çıkan halkın kararlı iradesi AKP-MHP iktidarının savaş politikasının başarısızlığının ifadesidir.

Paylaşın