Hazan mevsiminin başlangıcıdır eylül. Hiç sevmem, ekimi de, yapraklarımızı döker çünkü. Bizim dört bir yanımız bahar bahçedir!
Sonbahar hüzün mevsimidir. Tuzak kokan Ankara’nın puslu ve kirli havası, her an coşkulu, inançlı, idealist gençleri arar, karanlık dehlizlerde kimi zaman boğmaya çalışır kimi zaman da öldürür geleceğin umudunu.
Ankara’nın Bahçelievler semtinde Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 gencin yaşadığı ev, 8 Ekim 1978 yılı gecesinde Ülkücü Gençlik Derneği üyesi silahlı bir grup tarafından basıldı. İlk anda evde bulunan 5 genç devrimci eterle bayıltıldı. Daha sonra eve gelen 2 genç devrimci silah zoruyla otomobille şehir dışına götürülerek başlarına kurşun sıkılıp infaz edildiler. Daha sonra evde bulunan diğer gençleri öldürmeye başladılar. Evde vurulup öldüğü düşünülen Serdar Alten ağır yaralı olarak hastaneye götürülür ve zorlukla savcılığa ifade verebilir. Fakat 8 gün sonra o da hayatını kaybeder.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, çoklu bileşenlerin sonucudur. İthal ikameci sermaye birikim rejiminin iç ve dış dinamikler nedeniyle tıkanması, ekonomik kriz, iktidar bloku içerisinde yer alan fraksiyonlar arasındaki çelişkilerin artması ile iktidar blokunun dağılması, işçi sınıfının hızla politikleşerek militanca hak arama mücadelesine yönelmesi, ülkede siyasal krizin derinleşmesi, dünyada yaşanan neoliberal yeniden yapılanma sürecine Türkiye’nin entegrasyonu bu bileşenler arasında sayılabilir.
Darbeler kanla beslenir, insanları güvensiz, umutsuz bırakır.
12 Eylül güzel insanların kırım zamanıdır. Birçok devrimci idamla yargılanmış, idam edilmiş, toplumun tüm katmanlarına bir şekilde travma yaşatılmıştır.
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası, CIA’nin Türkiye Şefi Paul Henze, darbeyi, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı” sözleriyle rapor etmişti. O çocuklar bizim çocukları idam ettiler!
Askeri cunta yönetimi ele alarak TBMM’yi lağvetmiş, 1961 Anayasası’nı rafa kaldırmıştır. Bu dönemde 44 milyon nüfusa sahip bir ülkede; 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 650 bin kişi gözaltına alınmış, en acısı da “olağanüstü hukuk koşullarında (!)” 210 bin davada 230 bin kişi yargılanmış, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştır, işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi ölmüştür. Bu süreçte 517 kişiye idam cezası verilmiş, 50 kişi de idam edilmiştir.
Askeri darbe sonrası idam edilen devrimcilerin bir kısmının isimleri aşağıda yer almaktadır.
Necdet Adalı, Serdar Soyergin, Erdal Eren, Veysel Güney, Ahmet Saner,Kadir Tandoğan, Mustafa Özenç, Seyit Konuk,İbrahim Ethem Coşkun,Necati Vardar, Levon Ekmekçiyan, Ramazan Yukangöz, Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan, İlyas Has veHıdır Aslan.
Türkiye sosyalist hareketi içinde köklü ve özgün bir örgüt olan Kurtuluş’un üyesi olan Necdet Adalı, Ankara’da Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde öğrenciyken, bir kahvehanenin taranması olayına adı karıştığı gerekçesiyle 1977 yılında hapse atıldı. Adalı, idam talebiyle yargılanmaya başlandı. İnançlı ve kararlı bir devrimci olan Adalı, yargılama süreci boyunca düşüncelerinden asla taviz vermedi ve kahvehane olayıyla bir ilgisinin bulunmadığını ısrarla belirtti. Davası devam ederken 12 Eylül darbesi gerçekleştiği için Adalı’nın davası askeri mahkemede görülmeye başlandı.
Necdet Adalı, cezaevinde bulunduğu sırada gerçekleştirilen bir firar eylemine “suçsuz olduğu” düşüncesiyle katılmadı. Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç’in Adalı’nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan Sevinç bu tutumu nedeniyle cezalandırıldı ve daha sonra ordudan istifa etmek zorunda kaldı.
Adalı, bir süreliğine, kendisinden sonra idam edilecek olan Erdal Eren’le de aynı koğuşu paylaştı. Adalı, 8 Ekim 1980 tarihinde Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildi. Bu infaz 12 Eylül’ün ilk idamıydı. Aynı ütopya için mücadele eden ve Ulucanlar Cezaevi’nde Adalıyla yolları kesişen Erdal Eren, çocuk yaşında 13 Aralık 1980 yılında Ankara’nın o soğuk kör karanlığında idam sehpasına cesur adımlarla yürüdü…
Necdet Adalı, ailesine infazından birkaç gün önce yazdığı mektupta şunları söylemişti:
Sevgili anneciğim ve babacığım, sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içerisinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum. Hakim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık.
Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır.
Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerin de ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledilişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum.
Adalı’nın idam sırasındaki son sözleri ise, “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği. Kahrolsun sömürgecilik. Kahrolsun faşizm. Yaşasın antiemperyalist, antioligarşik demokratik halk devrimi” olmuştu.
Gencecik çocuklardı
Belki siz de gördünüz
Ellerinde pankartlar
Yolda gidiyorlardı
Özgürlük istiyorlar
Özgürlük diyorlardı
Necdet Adalı’yı katlinin 44. yıl dönümünde başta Adalı olmak üzere, Erdal Eren, Mustafa Özenç, Veysel Güney ve 12 Eylül döneminde idam edilen tüm yoldaşlarımızı burada saygıyla anıyoruz.
Onlar ütopyalarımızın en güzel yüz metresini koştular. Kendisi de idam edilen sosyalizmin şair yürekli çocuğu Mustafa Özenç’in dizeleri ile; Nasırlı ellerle yaratılan o görkemli bayrama hiç kimse fark etmeden onlar da katılacak, bunu biliyoruz…
O görkemli bayram için, Adalı anmasına bir bayram yerine gider gibi gideceğiz. O ve toprağa düşmüş tüm yoldaşları bizleri 8 Ekim 2024 saat 12.30’da mezarı başında bizleri bekliyor olacak.
Bu yazı 6 Ekim 2024 tarihinde sendika.org’dan alınmıştır.