İsrail devleti kuruluş mantalitesi olarak Ortadoğu’da emperyalizmin ileri karakolu olarak kurulmuş bir garnizon devlettir. Kurulduğu tarihten bugüne esasen Filistin halkının topraklarını gasp ederek kendini var etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail devletinin kuruluşu ve yaşanan savaşlarda İsrail’in galip gelerek Filistin topraklarını işgal etmesi bugüne kadar uzanan Filistin sorunun temelini oluşturmuştur.
Filistin halkı yıllardır topraklarından sürülmüş ve her türlü işkenceye maruz kalmıştır. İsrail devleti 7 Ekim tarihinden itibaren daha acımasız bir şekilde Filistin halkına saldırmaktadır. On binlerce insanı öldürüp yüz binlerce insanı sürgün ederek bir soykırım yapmaktadır.
Dünyanın mazlum halklarından biri olan Filistin halkı adeta çaresiz ve sahipsiz bırakılmış durumdadır. Ukrayna’da “bağımsızlık ve eşitlikten” bahseden Batı dünyası mesele Filistin halkına gelince adeta üç maymunu oynamaktadırlar. Tıpkı yıllardır Türk devletinin Kürt halkına dönük uyguladığı zulümde yaşandığı gibi. Türk devleti Kürt halkına dönük her türlü zulmü yapmakta “Batı demokrasisi” kendi çıkarları gereği bu durumu görmemezlikten gelmektedir.
İsrail’in işgal ve savaş tam tamları çalarken AKP başta olmak üzere birçok Ortadoğu ülkesi açıklama yaptı ve İsrail’in Filistin halkına yaptığı zulmü kınadılar. Ama aslında yapılan bir tiyatroydu. Hatta tiyatro diyerek tiyatro emekçilerine hakaret etmeyelim, kötü bir müsamereydi.
AKP iktidarı meydanlarda Filistin halkıyla dayanışmayı büyüttüğünü söylerken pratikte sadece emekçi halkın gazını alıp İsrail ile ticaret yapmaya devam etti. İsrail’e karşı açıklamalar yaparken aynı zamanda İsrail’e petrol, demir ve çeşitli gereçler satmaya devam ettiler. Bu ticareti esasen AKP-MHP hükümeti doğrudan destekledi ve Cumhur İttifakı etrafında kenetlenmiş sermaye bloğu bu ilişkiyi sürdürdü.
Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi içerisinde üç ana akımın olduğunu daha önceden defalarca dile getirildi. Bunlar Marksist olan FHKC, FDKC gibi hareketler, İslamcı olan HAMAS, İslami Cihat ve burjuva hareket olan El Fetih; bu üç eğilim dünya ve bölge siyasetindeki gelişmelere göre Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi içerisinde ön plana çıkmaktadır.
Özellikle Oslo Barışı ve emperyalist çözüm süreci sonrasında El Fetih zayıflarken diğer eğilimler daha fazla inisiyatif kazanmaya başladı. El Fetih Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında daha sağ bir siyasete yöneldi. İsrail ile iki devletli çözümü kabul etti. Ancak Oslo görüşmeleri sonrasında yaşanan gelişmelerle birlikte Filistin sorunu çözülmek bir yana daha karmaşık hale geldi.
HAMAS ve İslami Cihat, İsrail devletiyle daha fazla çatışan bir politika içerisinde oldular ve onunla uzlaşmama üzerine bir siyaset kurdular. HAMAS burada özellikle Gazze’de kurduğu yönetim olarak ön plana çıktı. Gazze işgalci İsrail tarafından kuşatılıp Filistin’in diğer parçalarından kopartıldı.
FHKC, diğer Filistinli Marksist örgütler Filistin ulusal kurtuluş hareketi içerisinde zaman zaman güç kaybetseler de önemli bir merkezi oluşturmaktadırlar. Mücadele etmekte siyonist işgale karşı savaşmakta ve bedel ödemektedirler. Birkaç gün önce Beyrut’ta FHKC Askeri Güvenlik Departmanı Başkanı Muhammed Abdel Aal (Ebu Gazi), FHKC Genel Merkez Komitesi üyesi ve Lübnan’daki lideri Emad Odeh (Ebu Ziyad) ve FHKC savaşçısı Abdul Rahman Abdul Aal Siyonist İsrail devletinin saldırısıyla katledildi.
Burada Marksist yöntemle meseleyi ele alırsak Filistin halkının bir ulusal birlik içerisinde olması ve kendi kaderini tayin etmesi esastır. Bu da nehirden denize bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıdır.
Filistin hareketi içerisinde Marksist, İslamcı ve burjuva eğilimlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde yan yana olması doğru olandır. Bu hareketi bölecek ve iç çatışmaya götürecek her türlü girişim siyonist işgal rejiminin çıkarlarına hizmet edecektir.
Bağımsız ve özgür bir Filistin devleti kurulduktan sonra Filistin işçi sınıfı ve emekçileri kendi egemen sınıflarıyla hesaplaşacaklardır. Ancak o gün bugün değildir. Şimdi baş çelişki işgalci siyonizm ve emperyalizmdir.
Son olarak Çin Halk Cumhuriyeti’inin başkenti Pekin’de 14 Filistinli örgütün altına imza attığı metin ulusal birlik ve bağımsızlık mücadelesi açısından oldukça önemlidir. Bu anlaşma ile Filistin davası uluslararası alanda daha büyük bir söz hakkına sahip olacaktır.
Filistin davası tarih boyunca Arap işbirlikçi rejimleri tarafından hep yalnız bırakılmış ve ihanete uğramıştır. Bu yönüyle AKP-MHP iktidarının yaptığı gibi tarih boyunca söylem düzeyinde hümanist değerlendirmeler yapan iktidar normal hayatta İsrail devletiyle ilişkilerine kaldığı yerden devam etmişlerdir.
7 Ekim öncesi tabloda esasen Filistin davasının belirsizlik ve unutulmaya terk edilmesiydi. Körfezin kalantor Arap rejimleri İsrail ile normalleşmek için sıraya girmişti. Aksa Tufanı, Arap rejimlerin normalleşme arayışını ve emperyalist çözüm planını bozdu.
Sonrasında yaşanan gelişmeler düşündüğünde dünya devletlerinin büyük bir kısmı Filistin halkının gördüğü mezalimi görmezden geldi. Siyonist savaş makinesi acımasız bir şekilde sivil asker ayrımı yapmadan Gazze’de Filistin halkına soykırım uyguladı.
Burada İsrail’in askeri bir yenilgi yaşaması ve emperyalist planın bozularak Filistin halkının özgürlüğünü kazanması dünya ve bölge halklarının çıkarınadır. İsrail gibi bir emperyalist garnizon devletinin işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesine ve varlığına zarardan başka bir şey getirmeyeceğini görmek gerekiyor.
İsrail, Gazze’de işgali belirli oranda tamamladıktan sonra direnişi tamamen kırabilmek için Filistin davasının en önemli destekçilerinden biri olan Hizbullah Hareketi’ni hedef aldı. Burada hareketin lideri olan Nasrallah’a korkakça bir suikast düzenledi ve onu öldürdü.
Nasrallah, Hizbullah ve bütün Lübnan halkı için sembol bir isimdi. Lübnan’ın daha önce siyonist işgal güçlerinden kurtarılmasına önderlik etmişti. Lübnan’da Şii, Hıristiyan ve Sunni daha birçok kesimin sevgisini kazanmış bir isimdi. Filistin davasının da aktif destekçisiydi. 7 Ekim sonrasında yaşanan süreçte askeri eylemleriyle işgal ordusunun önemli bir kısmını kuzey hattında tutarak Filistin ulusal direnişine büyük bir destek verdi. Bu desteği, emperyalist siyonist çeteyi o kadar rahatsız etti ki doğrudan yaşamına kast ettiler.
Lübnan Hizbullah’ı yürüttüğü politikalar ve siyasi duruşu yönünden oldukça özgün bir organizasyondur. Özellikle Lübnan’ın özgürlüğü ve bağımsızlığı için yürüttüğü mücadelede Hıristiyan ve seküler birçok kesimle ittifak halindedir. Hali hazırda Lübnan Komünist Partisi’nin de önemli bir müttefikidir.
Lübnan içerisinde var olan ulusal hareketin içerisinde de Marksist, İslamcı ve burjuva unsurlar bulunmaktadır. Hizbullah içinden çıktığı Emel hareketiyle birlikte bu hareketin İslamcı kanatını oluşturmaktadır. Lübnan’ın özgürlüğü ve Filistin halkının özgürlüğü için mücadele ettiği için onun yürüttüğü ittifak ve mücadele işçi sınıfı ve ezilen halkların çıkarınadır. Onun verdiği mücadelenin enternasyonalist olarak desteklenmesi ezilen ulusun emperyalist ve siyonist barbarlık çetesine karşı yürüttüğü mücadeleyi desteklemek anlamına gelmektedir.
Bu aşamada Lübnan Ulusal Kurtuluş mücadelesini desteklememiz bizlerin Hizbullah’ın bütün parti programını kabul ettiğimiz anlamına gelmez. Bizlerin desteği esasen emperyalizme ve siyonizme karşı verilen mücadeleye dairdir. Siyonizmin emperyalizmin desteğiyle Lübnan’a açık işgalinin başladığı şu günlerde artık bu aşamada Lübnan ulusal kurtuluş mücadelesinin niteliğini tartışıp ayrıştırıcı bir değerlendirme yapmak sadece emperyalizme ve siyonist işgalcilere hizmet edecektir.
Burada önemli bir anekdot olarak 2006 yılında gerçekleşen İsrail-Hizbullah savaşını da hatırlamak gerekiyor. O dönem Hizbullah ve müttefikleri İsrail’i yenilgiye uğratmış ve bunun sonucunda İsrail Lübnan’dan geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Bu savaş sonrası Türkiye’den anti-emperyalist örgütlenmeler olarak Lübnan’a bir konferans vesilesiyle ziyaret gerçekleştirilmişti. Ulaş Bayraktaroğlu ve Gökhan Taşyakan yoldaşlar o zaman o ziyaretin içinde yer alarak Lübnan Hizbullah’ı ve onun müttefiklerinin İsrail karşısında gösterdiği direnişle dayanışma göstermişlerdi.
Bu yoldaşlar Lübnan’da gösterdiği enternasyonalist devrimci tutumu Rojava devrimi içinde gösterip orada AKP-İŞID faşizmine karşı verilen mücadelede ölümsüzleştiler.
İbni Haldun “coğrafya kaderdir” demiştir. Gerçekten de Ortadoğu coğrafyası için durum böyledir. Filistin halkı on yıllardır emperyalizmin desteğini almış siyonist barbarlık çetesi tarafından zulüm görmektedir. Evleri yıkılmış, toprakları gasp edilmiş ve çocuk, yaşlı ve kadın demeden katledilmektedir.
Kürt halkı da aynı şekilde bu coğrafyada emperyalist güçlerinin planıyla devletsiz kalmış ve dört parça Kürdistan sömürgeleştirilmiştir. Bugün, Kürt özgürlük mücadelesinin karşısında duran en büyük düşman Türkiye Cumhuriyeti faşist rejimi en büyük desteği NATO’dan almaktadır. İsrail’in, Filistin özgürlük mücadelesine karşı kullandığı karşı devrimci yöntemleri aynı şekilde bugün Türk devleti Kürt halkına ve onun özgürlük mücadelesinin yürütücülerine karşı kullanmaktadır. Bugün üzerinde büyük bir tecrit uygulanan Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın tutsak edilme sürecinde ABD’nin ve İsrail’in büyük bir rolü vardır.
ABD, İngiltere ve İsrail bu devletler emperyalist kapitalist sistemin yürütücüsü olarak dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının çıkarlarının karşısında konumlanan güçlerdir. Bu güçlerin genel planında dünya planında sömürü ilişkilerini devam ettirmek ve bu statükonun hiçbir şekilde bozulmaması vardır.
Türkiye ve Kürdistan birleşik devrim mücadelesi önemli bir mücadele evresine girmiş bulunuyor. AKP-MHP iktidarı emperyalist güçlerden aldığı destekle Kürt halkına ve Türkiye işçi sınıfına daha güçlü bir şekilde zulüm etme çabası içerisindedir. Faşizmin her zaman olduğu gibi en önemli müttefiki emperyalizm ve siyonizm olmuştur.
Türkiye ve Kürdistan birleşik devrim mücadelesi faşist iktidara karşı mücadele ederken her zaman dünyanın değişik coğrafyalarında mücadele eden işçi sınıfı hareketinden ve ezilen ulusların özgürlük mücadelesinden güç alacaktır. Bizler açısından en büyük destek her zaman ezilen halkların ve emekçi sınıfların özgürlük mücadelesi olacaktır.
Bu temelde Filistin özgürlük mücadelesi ile Kürt özgürlük mücadelesinin çıkarları son tahlilde Ortadoğu’da emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadele veren iki kadim halk olarak ortaktır. Bu halkların tarihsel mücadele geçmişleri ortak çıkarları vardır. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler Filistin devrimiyle dayanışmak için Beka topraklarında eğitim almış ve siyonist barbarlık çetesine karşı ortak mücadele etmişlerdir.
ABD ve siyonist ittifak bugün Ortadoğu’da başarı kazanırsa İran ve onun desteklediği direniş ekseni zayıflatılmış olacaktır. Böylesi bir süreçten en fazla kazanç elde edecek güçlerin başında Türkiye faşist rejimi olacaktır. Zira, Şii hilali karşısında kurulan bir Selefi Sunni hilali ile AKP-MHP faşizmi elde ettiği gücü Kürdistan topraklarında işgali derinleştirmek ve Kürt özgürlük mücadelesini zayıflatmak için kullanacaktır.
Gün emperyalizme, siyonizme ve faşizme karşı mücadeleyi büyütme günüdür. Bu temelde enternasyonalizmi büyütmeli Filistin’den, Kürdistan’a, Kürdistan’dan Türkiye metropollerine uzanan bir hatta sömürgecilerin, işgalcilerin ve emperyalistlerin yenilgiye uğratılması dünya ve bölge proletaryasının ve ezilen halklarının çıkarına olacaktır.