”Hizbullah, sosyalist değil, ulusalcı bir harekettir ve sosyalistler Hizbullah’ın ideolojisi ve taktiklerinin pek çoğu konusunda çok sayıda farklılığa sahiptir. Ancak, onun (…) bir ulusal kurutuluş hareketi olduğunu görmek, ulusal direnişte zorunlu olan ittifak türlerini anlamada önemlidir.”
Böylesi birtakım iddialar bütünüyle hayal ürünü. Australian‘ın 24 Temmuz sayısındaki bir makalede, -Hizbullah lideri ile “İslamcı” terörist örgüt El Kaide’yi karşılaştırarak- “bazı ABD hükümet yetkilileri[nin], İsrail’in [Seyyid Hasan] Nasrallah’ın Usame bin Ladin’den daha büyük bir tehlike olduğu şeklindeki değerlendirmesini şu anda paylaşıyor” olduğu kaydedildi.
İki asker kaçırarak bu İsrail katliamını sözümona “provoke” eden bir grupla, Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkılması gibi eylemlerde binlerce insanı öldürmüş olan bir örgütün kıyaslanması besbelli saçmalıktır. Hizbullah’ın öyküsünde böylesi kıyasları haklı çıkaran herhangi bir şey var mı?
Güney Lübnan’ın yoksulluktan mustarip Şii kitleleri arasında, 1982’de, o yıl gerçekleşen İsrail saldırısına karşı savaşmak niyetinde İran yanlısı bazı gruplar belirmişti. Hizbullah, bu grupların bir şemsiye örgütü olarak 1985’te ortaya çıktı.
Hizbullah’ın askeri eylemlerinin büyük çoğunluğu, bu tarihten sonra, güney Lübnan’daki 22 yıllık İsrail işgaline karşı gerçekleştirildi. Bu yüzden de, gerçekte, Hizbullah “İslamcı” ya da “terörist” bir örgüt olmaktan çok bir ulusal kurtuluş hareketidir.
Hizbullah’a yüklenen en büyük “terörist” saldırı, 1983’te Lübnan’daki ABD işgal birliklerinden 241 askerin öldürülmesidir. Oysa, bu açıkça askeri bir hedefe yönelik bir gerilla saldırısıdır, sivillerin ahlaksızca katledilmesi değildir. Öyle veya böyle, Hizbullah bu eylemlerin sorumluluğunu reddetmektedir.
Hizbullah zaman zaman, Şii Müslümanların nüfusun %40’ını, bunun yanında Sünni Müslümanlar ve Hıristiyanların da kabaca %30’unu oluşturduğu Lübnan’da “İslami bir devlet” kurmak istemekle suçlandı. Bu itham, Hizbullah’ın yaygın biçimde İran İslam Cumhuriyeti’yle özdeşleştirilmesinden türemektedir.
Ne var ki, Hizbullah’ı oluşturan gruplar İran’ın Şubat 1979 devriminden etkilenmiş ve örgüt Irak’taki Şii gruplar ve İran’la güçlü bağlara sahip olmakla birlikte, Hizbullah’ın evrimi, üzerinde hareket ettiği Lübnan gerçekliğiyle güçlü bir ilişki göstermektedir.
Hizbullah, (16 Şubat 1985’te yayınlanan) kuruluş bildirgesinde, “dünyanın ve Lübnan’ın bütün ezilenlerine bir açık mektup”ta, amaçlarının ABD’li, Fransız ve İsrailli işgalcileri Lübnan dışına sürmek, Lübnan’a hükmeden ve işgalcilerle işbirliği yapan sağcı Maruni Hıristiyan “Falanj” partisini yenmek ve “halk[ımız]a, diledikleri hükümet biçimini özgürce seçebilme fırsatını tanımak” olduğunu açıkladı.
Hizbullah “herkesi İslami hükümet seçeneğini tercih etmeye” çağırmakla birlikte, şunları da söylüyordu: “İslam’ı hiç kimseye dayatmak istemiyoruz. İslam’ın, bugün Marunilerin yaptığı gibi zorla hüküm sürmesini istemiyoruz.” Hıristiyanlara, “size karşı intikam duygusu beslediğimize inanmak gibi bir yanılgıya ve aldanmaya kapılmayın. Barışçı olanlarınız, sizi rahatsız etmek isteyen hiç kimsenin yer almadığı bizlerle birlikte yaşamaya devam edin” diyordu.
Yaşananlar bu söylemleri destekleyecekti. Hizbullah’ın Hıristiyanlara Hıristiyan oldukları için saldırdığına dair çok az delil vardır. Onu savaşmaya zorlayan asıl “Hıristiyan” güç, İsrail işgalinin kukla bir gücü olan Güney Lübnan Ordusu’ydu.
Aslında, Hizbullah’ın ilk çatışmalarından bazıları, Şii Müslümanların diğer büyük örgütü olan Emel’le; Hizbullah’ın Emel tarafından Filistin mülteci kamplarında yürütülen vahşi saldırılara karşı çıkmasından dolayı yaşandı. Filistinliler çoğunlukla Sünni Müslüman ve Hıristiyanlardı. Hizbullah’ın eylemleri, Lübnan’ın “mezhebe dayalı” hükümet sisteminin dayandığı mezhepsel bölüntülerin tamamına temas ediyordu.
Hizbullah’ın ideolojisi “İslamcı” kategorisine girer ve İsrail işgaline karşı harekete geçirme stratejisinin temel bir parçasını oluşturan İslam’a başvururken, “fundamentalizm” terimiyle genellikle insanların yeme, giyinme ve benzeri yaşam tercihleri üzerindeki gerici kısıtlamaların zorla dayatılmasına dönük girişimler kastedilir. Ama bu grubun kuruluş bildirgesi, “küstah süper gücü” (ABD’yi) bozguna uğratmak isteyen hiç kimse, “barları dinamitlemek ve oyun makinelerini tahrip etmek” gibi “marjinal eylemlere bulaşamaz” diyor.
Benim, ’90’ların sonundaki bir gezide Beyrut’un güney semtlerinde yaşadığım kendi deneyimim de bunu destekliyor. Batı-yanlısı Ürdün’ün semtlerinde, sokaklarında kadınlara genel olarak daha fazla rastlanan Hizbullah kontrolündeki güney Beyrut’tan çok daha fazla peçeli kadın vardı. Bu, Lübnan’ın daha yüksek olan sosyoekonomik seviyesini yansıtıyor.
Hizbullah sadece askeri bir örgüt olmanın çok ötesinde. Aynı zamanda, genel olarak yoksullara -Şiilerden ibaret olmayan yoksullara- hizmet eden, çok geniş bir sosyal hizmetler, okullar ve sağlık merkezleri ağı işletiyor. Lübnan’ın “mezhebe dayalı”, demokratik olmayan sistemi 1991’de reformdan geçirildikten sonra, Hizbullah seçimlere katılmış ve parlamentodaki koltukların beşte birini kazanmışı.
Hizbullah’ın Lübnan gerçekleriyle uzlaşması ve mezhepçi ve “fundamentalist” aşırı uç bazı “siyasal İslam” formlarından uzak durması, onun İsrail işgaline karşı direnişte temel güç haline gelmesini sağladı. Ama bu direnişten dolayı Yahudi karşıtı olmakla ve Lübnan özgürleştiği vakit “İsrail’in yok edilmesini” istemekle suçlandı.
Nasrallah’ın kendisi, Siyonist propagandistlerce şişirilen birkaç Yahudi karşıtı açıklama yapmıştı. Çok ileri gitmeyen bu açıklamalar, Filistinliler ve Lübnanlılar üzerinde on-yıllar süren Siyonist baskının kimi ezilenler arasında önyargılı görüşler yarattığı gerçeğini yansıtıyor. Çoğu Güney Afrikalı siyah, apartheid dönemi boyunca gördükleri baskı yüzünden, sistemi değil de beyazları sorumlu tutacaktır.
Yine de, ara sıra telaffuz edilen bu açıklamalar Hizbullah tarafından yapılan daha ciddi analizlerle uyuşmamaktadır. Örgütün web sitesi, alghaliboun.net, savaşının Yahudilere değil Siyonizme karşı olduğunu açıkça ifade eden makaleler içeriyor.
“Yahudilik Siyonizm değildir” başlıklı böyle bir makalede, “İsrail’in vahşice saldırgan politikasının dünya çapındaki pek çok Yahudi tarafından reddedildiği” şeklindeki “çok önemli bir gerçeğin” altını çizildikten sonra, “Müslümanların eleştirdiği Siyonizmdir, Yahudilik ya da Yahudi ulusu değil -Müslümanlar Allah’ın bütün dinlerine, peygamberlerine ve habercilerine saygı duyar” diye devam ediliyor.
Hizbullah, 1994’te Arjantin’deki bir Yahudi cemaati merkezini bombalamakla suçlanıyor, ama o bunu kabul etmiyor. Sürdürülmesi boyunca hiçbir düzgün otopsi ya da DNA testi yapılmamış olan resmi soruşturmanın yetersizliği dolayısıyla, bu ithama dair çok sayıda şüphe var. Bir dizi faktör de, Arjantin ordusunun saldırıda parmağı olduğuna işaret ediyor.
Bütün “terörizm” suçlamalarına ilişkin tek somut olgu, Hizbullah’ın geçmişte, İsrail’e, kimileri sivilleri de öldüren Katyuşa roketleri atmış olmasıdır. Ne var ki bu, İsrail’in kendi askeri güçlerine yapılan saldırılara Lübnanlı sivillere yönelik büyük saldırılarla yanıt verdiği İsrail işgaline karşı kurutuluş savaşının bir parçasıydı.
Hizbullah, böylesi zamanlarda karşı ateş açtı. Hizbullah tarafından vurulan küçük rakamlarla İsrail tarafından vurulan büyük rakamlar arasında muazzam bir fark vardı.
Aynı durum, Hizbullah’ın, bugünkü saldırıya karşı İsrail içine fırlattığı roketler için de geçerli. 750 Lübnanlı sivilin ölümüne karşılık 20’den az İsrailli öldü. İsrail topraklarına karşı ateş açmanın, birkaç sivil öldürüldüğünde dahi İsrail kamuoyunda yükselteceği savaş destekçiliğini tazmin edebilecek ölçüde büyük bir askeri başarısının olup olmayacağı kesinlikle tartışmalıdır. Yine de, savaşta büyük bir saldırı altındayken karşı ateş açmak normaldir ve “terörizm” diye adlandırılması zorlamadır.
İsrail’in 2000’de güney Lübnan’ın büyük bölümünden çekilmesinin ardından sınıra yakın bölgelerde kimi çatışmalar yaşandı, ama çoğunlukla Hizbullah sınır-ötesi saldırı yapmama sözüne sadık kaldı. Tek önemli olay Mart 2002’deki bir akında beş İsrailli sivilin ölümüydü, ki Hizbullah hiçbir şekilde bu olaya karışmadığını söylüyor. BM gözlemcilerinin raporlarına göre, İsrail iki ülke arasındaki sınırı Hizbullah’a göre 10 kat daha sık biçimde ihlal etti.
Aralık 2005’te, El-Kaide güney Lübnan’dan İsrail’e sınır ötesi bir saldırı düzenledi. Hizbullah, El-Kaide’ye aşırı düşmanlık göstermektedir ve Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik saldırı ve Irak’ta Ebu Musab el-Zerkavi taraftarlarınca kaçırılan ABD’li işadamı Nick Berg’in kafasının kesilmesi gibi eylemleri şiddetle kınamıştır. Ne var ki, El-Kaide Lübnan’daki umutsuz Filistinli mültecilerden kimileri arasında destek geliştirmiş görünüyor.
Nasrallah bu sınır ötesi saldırıyı şu sözlerle karşıladı: “Bu operasyonun bir hata olduğuna inanıyoruz, çünkü biz Katyuşa roketinin bir savunma stratejisi olarak kullanılması gerektiğine inanıyoruz. Eğer İsrail bize saldırırsa, Katyuşalarla yanıt veririz. Yine de, Katyuşa bir mücahit operasyonu için uygun silah değildir. Sebepsiz yere bir Katyuşa fırlatmak bizim stratejimize zarar verir.”
Nasrallah, El-Kaide’nin Lübnan’da görülmesine karşılık, kendisinin “bizim kardeşlerimiz” diye savunduğu Filistinlilerin Lübnan sağı tarafından zorla silahsızlandırılması girişimleri üzerinden bazı Filistinliler arasında gelişen aşırılıkçılığı sorumlu tuttu. Oysa ki El-Kaide, “Şiilerin dini merkezlerini, kiliseleri, camileri ve Sünnileri, Şiileri, Kürtleri havaya uçurmak için patlamalar düzenlenmesi çağrısı” anlamına gelecektir… “ülkeyi kurma yolumuz bu mudur?”
İsrail yanlısı medyanın, Hizbullah’ın savunma amaçlı Katyuşa kullanımıyla İsrail’in “yok edilmesi”ne ilişkin kastını aşan kimi sözleri arasında kurduğu bağ, Hizbullah’ın ilkel roketlerinin birinci sınıf askeri ve ekonomik bir gücün yok edilmesini başaracağını ima etmektedir.
Ne var ki, bu retorikten arınmış olarak, Nasrallah’ın gerçek görüşü, İsrail’in “işgale dayanan ve diğerlerinin haklarını gasp eden bir devlet” olduğu, ama “bu topraklarda, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler[in], demokratik bir devlet çerçevesinde, asırlardır yaptıkları gibi birlikte durabilecekler[i]dir”.
Hizbullah’ın başını, “Filistin’i kurtarmak” için “cihat” etmekten hiçbir çıkarı olmayan küçük-ölçekli Şii burjuvazisi ve küçük burjuvazisi çekmektedir. Bu tabakanın çıkarları, Hıristiyan ve bir ölçüde de Sünni büyük burjuvazinin uzun süre hakim olduğu Lübnan’da pastadan daha büyük bir pay kapmaktır. Sürekli bir çatışma yaşanması ve ülkelerinin İsrail tarafından harap edilmesi bu tabakanın çıkarlarına değildir.
Aynı zamanda, Şii kitlelerin İsrail elinden çektikleri ıstırap ve yarım milyon Filistinli mülteci ile aynı yoksullaştırılmış bölgelerde yaşadıkları gerçeği, Filistin direnişiyle dayanışmaya dair güçlü duyguları harekete geçirmekte ve bunun yanında Filistin “barış süreci”nin Lübnan mahallelerindeki mülteciler sorunu çözülmeden tamamlanmayacağı görüşünü öne çıkarmaktadır.
Hizbullah, sosyalist değil, ulusalcı bir harekettir ve sosyalistler Hizbullah’ın ideolojisi ve taktiklerinin pek çoğu konusunda çok sayıda farklılığa sahiptir. Ancak, onun “fundamentalist” ya da “terörist” bir örgüt değil bir ulusal kurutuluş hareketi olduğunu görmek, ulusal direnişte zorunlu olan ittifak türlerini anlamada önemlidir. Ayrıca Hizbullah’ın mevcut politik evriminin ve pek çok taktik kararının, onu ulusal direnişte, El-Kaide gibi “siyasal İslam”dan köklenen diğer pek çok örgütten çok daha iyi bir araç haline getirdiğini kabul etmek için Hizbullah’ı abartmak gerekmez..
9 Ağustos 2006 / Michael Karadjis
[Greenleft.org.au adresinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]