Geçtiğimiz günlerde Harp Akademilerinin mezuniyet töreni oldu. Tören bitişinde okuldan mezun olan öğrencilerin kılıçları çekerek ettiği yemin ülke gündeminde büyük bir tartışma konusu oldu. AKP’ye yakın isimler bu kılıç çekme ve Harp Akademisi’nin eski yeminini etme durumunun esasen iktidara bir meydan okuma durumu olduğu yorumlarını yaptılar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu güne ordunun devlet içerisindeki pozisyonu hep tartışma konusu olmuştur. AKP iktidarıyla birlikte Türkiye siyaseti içerisinde ordunun etkinliği büyük oranda sınırlandırılmıştır. Bugün ülke öyle bir noktaya gelmiştir ki birçok insana Genel Kurmay Başkanı’nın ismini sorsak hatırlamakta zorlanacaktır.
AKP öncesi dönemde böyle bir durum mümkün değildi. Elbette bu durum AKP’nin askeri vesayeti geriletip demokrasi getirdiği masalından yola çıkarak olumlu değerlendirilemez. Zira AKP iktidarı orduyu neo-liberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırmıştır. Kendi iktidarının destekçisi isimleri sorumlu görevlere getirmiş aynı zamanda kalabalık olan ordunun mevcudu azaltılarak daha profesyonel bir pozisyona getirmiştir. Bu yönüyle ordu artık neo-liberal kapitalist ilişkiler içerisinde sistem açısından ayrı bir pozisyon alabilecek konumda değildir. Bu gün AKP iktidarı orduya hakim bir konumdadır. Özellikle 15 Temmuz sonrası yapılan değişikliklerle AKP’nin bu alandaki hakimiyeti tahkim edilmiştir.
Tabii diğer önemli bir gelişme TSK’nın NATO’nun en büyük ikinci ordusu olduğu gerçeğidir. Bu ordu ülkenin bütün ekonomik imkanlarını kullanarak işçi sınıfı ve ezilen halkların her türlü hak arama mücadelesinin en önemli düşmanıdır. Ordu kurmayları, ABD başta olmak üzere NATO merkezlerinde eğitilmektedir. Bu yönüyle TSK yerli ve milli bir ordu değildir. O bir NATO ordusudur. Mevcut silah envanteri, askeri eğitimi ve emir komuta işleyişi emperyalizme göbekten bağlıdır. Bu yönüyle TSK, emperyalizme göbekten bağlı bir ordudur. AKP iktidarı, ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerle iyi ilişkilere sahip olduğu sürece ordu ile ilişkilerinde bir sorun yaşanmayacaktır.
Yine bu ordu Kürdistan topraklarında işgalci konumdadır. Irak ve Suriye topraklarında işgal politikalarını derinleştirerek özellikle Kürt halkına dönük kapsamlı bir imha ve işgal saldırısının yürütücü gücüdür.
AKP cenahında bugün yaşanan tedirginlik esasen teğmenlerin ettiği yeminden ve onların söylemlerinden değildir. Türkiye ekonomisi büyük bir krizle karşı karşıyadır. İşçi sınıfı ve emekçiler cephesinde huzursuzluk ve yoksulluk her geçen daha da artmaktadır. Bu durum karşısında AKP-MHP iktidarının beklentisi genel olarak bir halk ayaklanmasıdır. Toplumda oluşan huzursuzluğu manipüle etmek için yeniden laik/anti-laik kutuplaşmasını kışkırtmaktadır. İktidar açısından öyle ya da böyle, Müslümanlık ve laiklik üzerinden yapılan saflaşma her zaman kazandırıcı olmuştur. Ancak bu saflaşma gerçekçi bir saflaşma değildir. Ülkede var olan sınıf çelişkilerinin üstünü örtmektedir. Ülkede laiklerle laik olmayanlar arasındaki bir çelişki temel bir çelişki olamaz. Esas çelişki kapitalist sömürü düzeni tarafından acımasızca sömürülen işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenlerle sermaye arasındadır. Bu gerçeğin anlaşılması ve AKP iktidarının bu temelde sorgulanması iktidarın en son isteyeceği şeydir.
O zaman bu teğmenler kılıcı kime çektiler? Aslında bu teğmenler kılıçları işçi sınıfı ve ezilenlere karşı çektiler. İktidarı değil iktidarın karşısında mücadele eden kesimleri tehdit ettiler. Özellikle ettikleri yeminin sözlerinde bu açık bir şekilde ifade edilmektedir. Söyledikleri sözlerle sermaye düzeninin bekçisi olduklarını, ne olursa olsun bu sömürü düzeninin dağılmaması için ellerinden geleni yapacaklarını beyan etmekteler.
Türkiye kapitalist sistemi kendi içerisinde önemli sancılar yaşamakta, emekçi sınıflar için yıkım olan hayat pahalılığı ve yoksulluk her geçen gün daha da artmaktadır. Bu dönemde işçi sınıfı ve ezilenlerin bağımsız politikasını yürütmek tarihsel bir öneme sahiptir. Sermaye düzenine ve onun koruyucusu olan ordunun misyonuna dair bir değerlendirme yaparken bunu asla unutmamak gerekiyor.
Bugün yoksul ve emekçi halk açısından AKP-MHP iktidarı karşısında doğru konumlanma Türkiye ve Kürdistanlı devrimcilerin yürüttüğü birleşik devrim mücadelesidir. İşçi sınıfının emeğinin sömürülmesinin koruyucusu olan bir iktidar hiçbir koşulda desteklenemez. Bu ordu Kürdistan’da gerçekleştirdiği katliam ve işgal politikalarıyla Kürt halkının tarihsel varlığını soykırım uygulamaları temelinde hedef almaktadır.
İşçi ve emekçiler olarak doğru politik bilinçle düzen kurumlarının arkasında konumlanan süreçlere ortak olmama konusunda çok kararlı olmalıyız. AKP iktidarına karşı etkili muhalefet yürüten ve onu devirecek olan temel güç birleşik devrim hareketi olacaktır.
Bunun dışındaki saflaşmalar işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde bilinç bulanıklığı yaratıp sermayenin çıkarlarına hizmet edecektir. Bu gerçeği bir an olsun unutmak büyük bir tarihsel hata olacaktır.