”Adaletsizlik ve zülüm, kendisine isyan eden “hain (!)“ evlatlar doğurmakla lanetlenmiştir çünkü. Tarih, bunun hikayeleri ile doludur; elbette günümüzde öyle.”
Sadece ülkenin siyasal-toplumsal havası üzerine çökmüş değil bu kasvetli karanlık bulutlar. Korku, gerilim, umutsuzluk ezilenler dünyasının neredeyse tamamının soğuk katı gerçekliğin ta kendisi… Sömürü, açlık, işsizlik, hastalıklar, iş cinayetlerinde ve afetlerde “doğal” olmayan-fıtratı reddeden ölümler; kadınların yaşadıkları çileler-maruz kaldıkları şiddet; Filistililerin başına gelen ve halen süren soykırım; Kürt halkının ve özgürlük hareketinin kuşatılmışlığı; kahredici çaresizliğin kıskacında yola revan olup Azrail’in soluğunu enselerinde hisseden, ulaştıkları diyarlarda her türlü aşağılanmaya, sıkıntıya uğrayan mülteciler; açgözlü sermayenin pençelerinde can çekişen doğa; ve geleceğe ilişkin daha şimdiden bir ömürlük hayal kırıklığı ile günlerini deviren dünya gençliği… boğuluyor ezilenler… Arjantin’de Filistin’e, Nijerya’dan Afganistan’a, Nymar’dan Meksika’ya…
Müreffeh olduğu zannedilen ülkelerde de vaziyet o kadar parlak değil aslında. Botokslu demokrasilerin yüzündeki kalın makyajı kazıdığımızda medeniyet canavarının çürük dişleri arasında yığınları öğüttüğünü fark etmek zor olmuyor. Alabildiğine iki yüzlülük, olabildiğince yozlaşma çılgınlığı, alabildiğine sömürgeci şımarıklığı, asalak, sömürü, sahtekarlık… Uygarlığın yansımaları bunlar.
Bu aynı zamanda kapitalizmin, kolonları çatırdayan ucube bir yapının iniltilerini andırıyor. Elbette bu sesleri dinleyip “kapitalizm kendi sonuna hazırlıyor“ diyemeyiz birileri gibi. Kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz. Burjuvazi, devlet örgütlenmesi ile onu ayakta tutar ve yapının artık dayanamayacağını anladığında dışarı kaçar, bir yerlere sığınır. Yıkılan köhne yapı çoğu kez ezilenlerin üzerine devrilir. Ve burjuvazi kendisini yeniden, sağ kalmış ezilenlerin alınteri, kanı, canı sayesinde yeni bir hegamonik yapı kurar. Şimdi gidişata bakınca burjuvazinin bunu yeniden başaramayacağını kesin bir şekilde söyleyemiyoruz. Çünkü ezilenlerin itirazlarını zaferlere taşıyacak biricik unsurdan, yani sürece damgasını vurabilen kudrete sahip devrimci öncülükten henüz yoksundur ezilen yığınlar.
Peki genel vaziyet bu denli “umutsuz“ mudur? Ezilenler ezildikleri ile kalırken gelecek günlere dair bir ışığın parıltısı yok mu gerçekten?
“Ve eğer güneş yiterse ansızın,
Yiter ve ışımazsa bir daha; Bize ışık için cehennemden,
Gidip alev getiren biri çıkar mutlaka.“
Ivan Vazov
Evet mutlaka biri çıkıyor; tarih boyunca hep çıkmıştır. Adaletsizlik ve zülüm, kendisine isyan eden “hain (!)“ evlatlar doğurmakla lanetlenmiştir çünkü. Tarih, bunun hikayeleri ile doludur; elbette günümüzde öyle. Örneğin Aaron Bushnell bunun en çarpıcı ve güncel kanıtlarından biridir. Siyonist faşizmin Filistin‘de sergilediği dizginsiz katliamlara karşı bedenini meşaleye çeviren fedai duruşu, tavrı unutmak ne mümkün!… Bushnell, 2004’te siyonist işgalcilerin buldozerlerinin önüne geçen Rosell‘in izinden gitti. Şimdi ABD’de Filistin halkı için ayağa kalkan onurlu insanların yolunu aydınlatıp içini ısıtıyordur, onların cehennemden çalıp getirdikleri ateş. Avrupa’daki üniversite gençliği de harekete geçiyor yavaş yavaş. Aynı duygular ve amaçlarla…
İhtimalidir ki bu çabalar siyonist saldırganlığı durdurmaya yetmesin. Çünkü düşman zulümde sınır tanımıyor. Dahası, Hamas’ın cüretli operasyonuna istinaden “benim canımı acıtırsam bedelini pahalıya ödetirim“ mesajını ezilenlerin yüregine kazımak istiyor düşman; keza dahası, ABD emperyalizmi Orta Doğu’ya sapladığı siyonist hançerin tasfiye olmasını, güçten düşmesini göze alamayacağı için İsrail’in kazanmasını adına stratejik desteğini kesmeyecektir. Kitlelerin ne yazık ki henüz bunu engelleyecek gücü yok görünüyor. İçimiz kan ağlayarak tanık olacağız yaşananlara. Ancak şuna da eminiz ki bu devran böyle gitmeyecek ve bir gün kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak…
Günümüz gençliğini ayağa kaldıran tek faktör Filistin halkına karşı gelişen soykırım değildir. Elbette bu çok önemli, tetikleyici bir sebep olmakla birlikte bunu en başlarda sıraladığımız ezilmişlik halleriyle ilişkili ele almak gerekir. Emeğin dizginsiz sömürüsü, gelecek endişesi, yozlaşma, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, doğanın yağmalanması, mültecilere reva görülenler, işsizlik, yoksulluk, özgürlüklerin budanması ve daha niceleri… ezilenler boğuluyor derken bunu kastediyorduk; dolmuşlar iyice ve patlayacak mecra arıyorlar. Şimdilik tepkiler “karşı şiddet” içermeyen protesto düzeyi ile sınırlı. Bu da sadece gençliğin değil, dünyasal ölçekte geniş muhalif kesimlerin en hayati sorunu. Protestoların çoğunluğu zaten mevcut acıların yaşanmasından sorumlu olan erk sahibi öznelerden inayet bekleyen bir çelişkiye sahip.
Oysa mevcut eylemselliklerin ve hoşnutsuz ezilen yığınların ihtiyacı olan şey, taleplerini üstlenecek ve davasının takipçisi olacak devrimci bir özneliktir. Özneliğin doğması için nesnel şartlar müsait hâlbuki; doğayı bekliyor devrimci özne. Ancak bunun için de mevcut protesto, karşı çıkılan her itiraz başlığına yönelik bir “barbar aşısı“ şart. Bunun kendiliğinden ortaya çıkmasını engelleyebilecek baskıcı bir dönemden geçiyoruz. Öyleyse bunun için “barbar aşısı“ dışarıdan bir öznenin irade müdahalesini gerektiriyor. Artık her ne kadar imkanı kaldıysa, Marksist-devrimci bir müdahalenin yükselen çağrılarına dönüp cevap vermesi gerekiyor.
Cemal Bozkurt / Tekirdağ Hapishanesi – 14 Mayıs 2024